1 Aralık 2013 Pazar

Bozkırda Yaşayanların Denizidir Gökyüzü



Saçlarını  kısaltmanın pişmanlığını yaşıyordu. Oysa ki o upuzun saçlarını, saçlarına sarılıp uyumalarını çok severdi. 

Yağmurlu bir gündü yine bir gözünü açıp yataktan çıkmaya üşenerek başlamıştı güne. Hava kapalıydı ama yağmuru çok severdi o, toprak kokusunu, rüzgarı, rüzgarda savrulan saçlarını… Dört duvar arasından kurtulmak, çıkıp biraz hava almak istiyordu. Saat 5’i gösterir göstermez kendini dışarı attı. Yağmur şiddetini kaybetmesine rağmen hala yağıyordu. Rüzgar kuruyan yüzünü okşuyor, gülümsemesini sağlıyordu. Dudakları kurumuştu.

Soluğu en yakın mesirelikte aldı. Gökyüzüne baktı. Ağaçları ve henüz kararmış bulutları gördü. Bozkırda yaşayanların denizidir gökyüzü, gündüzleri masmavi; şimdi ise alabildiğine siyah, alabildiğine karanlık. Dertlenince gökyüzüne sarılır bozkır insanı, gidecek bir denizi olmadığından olsa gerek, kırk yılda bir seyahat ederken otobüsün camından denizi görünce bir çocuk gibi mutlu olur. Akşam soğuğu çökmüştü şehre, rüzgar saçlarının arasından geçip ağaçlara kavuşuyordu. Rüzgarın çıkardığı sese ıslığıyla karşılık verdi. Dudakları hala kupkuruydu. Kim bilir en son ne zaman dudağına başka bir dudak değmişti. Belki de hiç değmemişti.

Çantasını yavaşça yere bıraktı. Kolları artık onu kaldıracak güçte değildi. İlk gördüğü banka oturdu. Yarım kalmış şiirlerini düşündü; kimseyle paylaşmamasına rağmen canını sıkıyordu yarım kalmaları, yavaşça eğilip çantasına uzandı. İnce bir defter, bitmek için gün sayan bir kalem çıkardı. Yağmurlu bir günde yazmaya karar verdiği ama asla bitiremediği öyle çok şiiri vardı ki… Yine onlardan birini yazmak üzereydi. Durdu. Kendiyle çeliştiğini fark etti, gözleri doldu, artık yazacak bir  şeyi kalmamıştı.

Saat çaldı. Bir gözünü açıp etrafı süzdü, yataktan çıkmaya üşendi, hava kapalıydı…