25 Temmuz 2013 Perşembe

Kim Olacağımız Üzerine



Sevgili dostlar, sevinç naraları eşliğinde bir an duraksayıp şu soruyu kendimize bir soralım.Aynada karşımda duran kişi bi kaç yıl önce karşımda olmasını istediğim kişi mi? ve bi kaç yıl sonra olmak istediğim kişi olabilecek miyim? Çocukluğumuzdan beri pek çok hayalimiz oldu, bazıları zamanla değişkenlik gösterdi, bazıları tazeliğini korudu. Ama mühim olan şu “biz kim olmak istiyoruz?”Sistemin bize dayattığı düzende sistemin bize dayattığı şekilde varolmaya çabaladık. Şimdi ise geleceğimize bakıp gülümsüyoruz.Peki yaptığımızdan emin miyiz? Ne kadar biz olabiliyoruz?Bizler hayallerimiz uğruna çabalayıp sonrasında hayallerimizden ödün vermek zorunda bırakılmış korkak bir nesiliz.Evet, bunu kabul etmemiz gerekli.Günübirlik sevinçlerimiz, bi kaç kişinin nasihatları eşliğinde aldığımız kararlarımız aslında bizim kararlarımız bile değil başkalarının bize dayattıkları yani aslında başkalarının kararları..Sanki burun deliğimden soluğu onlar alıyorlar ve sanki tüm yaşamsal fonksiyonlarıma onlar hükmediyorlar da benim adıma benim için en iyisini düşünüyorlar.Kim olmak istediğimiz sorunsalı bizi ilgilendirir.Yaşadığımız şehri, sevdiğimiz kadını,ağzımızdaki o son ekmek parçasını,hükmetmek istediğimiz gökyüzünü,bizi bizden başka kimse bilemez.Bir başlangıç olduğunu düşündüğümüz anlar aslında hayalgücümüzün sonu olabilir.Asla hayalimizdeki adam olamayacağımızı idrak etmemiz yıllar sürebilir.Ama idrak ettiğimiz an içerisine gireceğimiz istibdat dönemi bizi hayatımızla ilgili radikal kararlar almaya itecektir.Kendimiz için düşünmediğimiz anlarda kendimiz olamayız.Ama elimizi olağanca gücüyle yanan bir ateşe soktuğumuzda o acıyı yalnızca biz hissederiz ve gözlerimizden gelen yaş sadece bizim yanaklarımızı ıslatır.Ölümün hangi hızla ve ne yönden geleceği belirsiz olan şu dünyada birilerinin çizdiği yolda yürümektense kendi yolumuzu çizmemizden daha mantıklısı yok.Kendi içsesimizle baş başa kaldığımızda “ne yaptım ben?” sorusuna rahatça cevap veremiyorsanız bu soruya gerçekten muhatapsınız demektir.Bu soruya muhatap olmamak için yapmamız gereken kişiliğimizden ödün vermeden biz olmak.önemli olan sistem tarafından örülmüş duvarları aşmak için çabalarken cepleri dolu olanların diğerlerine oranla daha şanslı olduğu bir düzen içerisinde dahi cepleri olmayan bir pantolonla o yolda olabilmeyi o duvarı aşmak için inançlı olabilmeyi başarmak.o duvarı çıplak ayakla aşmak ve duvarın gökyüzüne en yakın noktasında, zirvede, görünmeyen zincirlerine konan güvercinlerle birlikte “ben bu’ydum, bunu olmak istedim ve bunu başaracağım” diyebilmek.Muhtaç olduğumuz cesaret ömrümüz boyunca tutsak olacağımız esareti düşününce pekte uzakta görünmüyor olsa gerek.

18 Temmuz 2013 Perşembe

İlk Aşk Üzerine





Aldığımız her nefes aslında bir önceki nefesin devamıdır. Dünyaya geldiğimiz ilk anda ciğerlerimizi yakan oksijen, aynı zamanda göz pınarlarımızı ıslatan ilk gözyaşımızın yegane nedenidir. Ciğerlerimizdeki o ilk yanmayı hatırlayamayız belki ama başka bir ilk vardır hepimizin unutamadığı: ilk aşkımızla göz göze geldiğimizde aşkın içimizde bıraktığı o yakıcı his. Gözlerimizden süzülen  ilk gözyaşının nedeni olan yanmayla aynı histir o.Ve yine akıtır gözlerden sayısız gözyaşı damlasını. Çocukluğumuzun masumane günlerinde katıksız, saf bir duygu yığınıdır ilk aşk, ilk aşk gözleredir, kalbe kadar inen. Hiçbir çıkar yoktur ilk aşkta yalnızca hissedersin midende o yanmayı nedendir çözemezsin, sonraları gözlerinin içine bakamaz olursun ama her gece gözlerini kapadığında o içine bakamadığın gözleri görürsün, onun  hayaliyle uyursun. İlk aşkla arada duvarlar olur, bir şeyler yaşamazsın belki ama hep hissedersin en kötü anında onu, ya da mutluyken o sebepsiz bir gülümseme olur ister istemez seninde yüzünde. Aradan yıllar geçer ilk aşkla herhangi bir şekilde karşılaşılır. Belki değişmiştir ilk aşk, o gözler başkalarına bakmıştır ve o elleri başkaları tutmuştur belki ama midede yine aynı yanma hissi ve sol yanda çırpınan ömrü tek günlük kelebek. Yine gözlerine bakmaya çekinirsin, bir Scorpions şarkısının* nakaratını haykırmak istersin. O sana başka şeyler anlatır, yeni dertlerden dem vurur. Sonra bir süre kendine gelemezsin, yine o çocuk olursun. O yanından uzaklaşırken gözlerin dalgalı saçlarında takılı kalır. Ellerini ceplerine atıp içindeki çocukla konuşmaya başlarsın:” Demek aklın burada kalmış ha?”. Kaldırım taşları ayağından çeker  yeni bir adım için ayağını kaldıramaz olursun. Gözlerini gökyüzüne doğru dikersin ve hislerine tercüman olan Cat Stevens’ı ** anımsarsın. Yeniden dinleme isteği duyarsın o çok bilinen şarkıyı.** Koşmak istersin ayaklarının izin verdiği ölçüde ve bağıra çağıra haykırmak bazı şeyleri. Yolun sonu hep aynıdır ama yol boyunca birkaç kez devam eder bu ritüel. Her karşılaşma sonunda bir kez daha anlarsın ki “ilk kesik en derinidir.”
*Scorpions - Still Loving  You
**Cat Stevens  - First Cut is the Deepest

7 Temmuz 2013 Pazar

Yaşamak Üzerine





Yaşıyoruz, buna yaşamak denirse,

Bir ıslık çalamadan ya da bağıramadan avaz avaz ,

Basamadan küfrü,

Konuşamadan sevdiğimizle, açılamadan yaşıyoruz,

Aklımızdan geçenler nutkumuzda tutularak yaşıyoruz,

Boğazımız düğümlenerek, gözyaşlarımızı içimize akıtarak yaşıyoruz, 

Okyanusa kulaç atamadan,

Baş kaldırmadan yaşıyoruz,

İsyan etmeden sisteme ve bir yumruk sallamadan masaya yaşıyoruz,

İçimiz boşaltılmış, susmuşuz, memnunuz halimizden,

Ve susuyoruz çölde bir bedevi gibi özgürlüğe,

Özgürlüğe hasret, ölüyoruz!

4 Temmuz 2013 Perşembe

Zihnimiz Üzerine




Zihnimiz uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir. Sonunu göremesek dahi bir sonu olduğunu biliriz. Asla hatırlamam dediğimiz şeyleri bir anda tüm vücudumuzda hissettirerek  hatırlatıverir. İlk aşkımızdaki heyecanı, küçüklüğümüzden içimize işlemiş korkuları, unutulması  gereken kokuları zihin denen okyanusun derinliklerine bir daha hiç gün yüzüne çıkmayacağını düşünerek gömeriz. Oysaki bir yanımız hep o okyanusun derinliklerinde kalır. hemen ilk fırtınada gün yüzüne çıkıverir. Ardından bizde o fırtınaya kapılmamak için kendimizi zor tutarız.Çoğu zaman bunu başaramayız.Sonraları yine hayıflanırız kendimize kızarız.Ama bütün suçu kendimizde ve zihnimizde bulmamak gerek.Bazen okyanusta bir fırtınaya sebebiyet veren onca şey çıkar ki zihnimizin de direnecek gücü kalmaz.Bazen bir nota bazen az bilinen bir Nazım şiiri okyanusun bütün suyunu alaşağı etti mi ne zihne ne de kendimize kızmak yersiz olur. Bir kaç notada türküye eşlik etmeye başlarız ya da bir kaç mısrada haykırmaya başlarız Nazım’a selamı çakarak. Monotonlaşan hayatımız içerisinde bir şeyleri hatırlamak o kadar kötü olmasa gerek. Hala masumane bir şeylerin kaldığına işaret bu geçmişten bize gülümseyen anılar. Durup düşünmeye itiyor bizi hani geçmişte harcadığımız 24 saatlerimiz vardı ya gelecek için işte o gelecekteyiz biz ve hala 24 saatlerimizi yani günlerimizi gelecek için harcıyoruz. Ama şunu hep kaçırıyoruz yarın için çabalarken anı kaçırıyoruz. Bugünün güzelliğini içimize tam olarak işleyemeden geçiriyoruz hep yarınlara umutla bakıyoruz ama bugününde aslında bir zamanların yarını olduğunu unutuyoruz. Sonra bir seste ya da bir çift gözde yarını değil de dünü hatırlayınca zihnimize hayıflanıyoruz. Ayakkabılarımızı çıkarıp çıplak ayakla kuma bastığımız bomboş bir sahilde gibi olmalıyız aslında ne dün ne bugün ne de yarın olmalı sadece o an, o an ne istiyorsak  zihnimiz neyi hatırlatıyorsa onu yaşamalıyız. Islığımız çınlamalı karşıki dağlarda pişmanlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı bir beste yapıp çıkarmalıyız iki dudağımız arasından. Nefes almalıyız henüz alabiliyorken. Kum taneleri tabanlarımızı ısıtırken daha da gürleşmeli sesimiz, yüzümüzü kavuran rüzgar dudaklarımızı çatlatırken dönüp baktığımızda geriye ne çok yol katetmişim diyebilmeliyiz. Tüm bunlarla birlikte gözlerimizi kısıp önümüze baktığımızda uçsuz bucaksız uzanan sahilin bize  “sizi bekleyen uzunca bir yol var” deme şekli köpüren dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı ses. Vakit geri çekilme vakti değil vakit geçmişle el ele yürüme vakti.