Sevgili dostlar, sevinç naraları eşliğinde bir an duraksayıp
şu soruyu kendimize bir soralım.Aynada karşımda duran kişi bi kaç yıl önce
karşımda olmasını istediğim kişi mi? ve bi kaç yıl sonra olmak istediğim kişi
olabilecek miyim? Çocukluğumuzdan beri pek çok hayalimiz oldu, bazıları zamanla
değişkenlik gösterdi, bazıları tazeliğini korudu. Ama mühim olan şu “biz kim
olmak istiyoruz?”Sistemin bize dayattığı düzende sistemin bize dayattığı
şekilde varolmaya çabaladık. Şimdi ise geleceğimize bakıp gülümsüyoruz.Peki
yaptığımızdan emin miyiz? Ne kadar biz olabiliyoruz?Bizler hayallerimiz uğruna
çabalayıp sonrasında hayallerimizden ödün vermek zorunda bırakılmış korkak bir
nesiliz.Evet, bunu kabul etmemiz gerekli.Günübirlik sevinçlerimiz, bi kaç
kişinin nasihatları eşliğinde aldığımız kararlarımız aslında bizim kararlarımız
bile değil başkalarının bize dayattıkları yani aslında başkalarının
kararları..Sanki burun deliğimden soluğu onlar alıyorlar ve sanki tüm yaşamsal
fonksiyonlarıma onlar hükmediyorlar da benim adıma benim için en iyisini
düşünüyorlar.Kim olmak istediğimiz sorunsalı bizi ilgilendirir.Yaşadığımız
şehri, sevdiğimiz kadını,ağzımızdaki o son ekmek parçasını,hükmetmek
istediğimiz gökyüzünü,bizi bizden başka kimse bilemez.Bir başlangıç olduğunu
düşündüğümüz anlar aslında hayalgücümüzün sonu olabilir.Asla hayalimizdeki adam
olamayacağımızı idrak etmemiz yıllar sürebilir.Ama idrak ettiğimiz an içerisine
gireceğimiz istibdat dönemi bizi hayatımızla ilgili radikal kararlar almaya
itecektir.Kendimiz için düşünmediğimiz anlarda kendimiz olamayız.Ama elimizi
olağanca gücüyle yanan bir ateşe soktuğumuzda o acıyı yalnızca biz hissederiz
ve gözlerimizden gelen yaş sadece bizim yanaklarımızı ıslatır.Ölümün hangi
hızla ve ne yönden geleceği belirsiz olan şu dünyada birilerinin çizdiği yolda
yürümektense kendi yolumuzu çizmemizden daha mantıklısı yok.Kendi içsesimizle baş
başa kaldığımızda “ne yaptım ben?” sorusuna rahatça cevap veremiyorsanız bu
soruya gerçekten muhatapsınız demektir.Bu soruya muhatap olmamak için yapmamız
gereken kişiliğimizden ödün vermeden biz olmak.önemli olan sistem tarafından
örülmüş duvarları aşmak için çabalarken cepleri dolu olanların diğerlerine
oranla daha şanslı olduğu bir düzen içerisinde dahi cepleri olmayan bir
pantolonla o yolda olabilmeyi o duvarı aşmak için inançlı olabilmeyi başarmak.o
duvarı çıplak ayakla aşmak ve duvarın gökyüzüne en yakın noktasında, zirvede,
görünmeyen zincirlerine konan güvercinlerle birlikte “ben bu’ydum, bunu olmak
istedim ve bunu başaracağım” diyebilmek.Muhtaç olduğumuz cesaret ömrümüz
boyunca tutsak olacağımız esareti düşününce pekte uzakta görünmüyor olsa gerek.
25 Temmuz 2013 Perşembe
18 Temmuz 2013 Perşembe
İlk Aşk Üzerine
Aldığımız her nefes aslında bir önceki nefesin devamıdır. Dünyaya
geldiğimiz ilk anda ciğerlerimizi yakan oksijen, aynı zamanda göz pınarlarımızı
ıslatan ilk gözyaşımızın yegane nedenidir. Ciğerlerimizdeki o ilk yanmayı
hatırlayamayız belki ama başka bir ilk vardır hepimizin unutamadığı: ilk
aşkımızla göz göze geldiğimizde aşkın içimizde bıraktığı o yakıcı his. Gözlerimizden
süzülen ilk gözyaşının nedeni olan
yanmayla aynı histir o.Ve yine akıtır gözlerden sayısız gözyaşı damlasını. Çocukluğumuzun
masumane günlerinde katıksız, saf bir duygu yığınıdır ilk aşk, ilk aşk
gözleredir, kalbe kadar inen. Hiçbir çıkar yoktur ilk aşkta yalnızca
hissedersin midende o yanmayı nedendir çözemezsin, sonraları gözlerinin içine
bakamaz olursun ama her gece gözlerini kapadığında o içine bakamadığın gözleri
görürsün, onun hayaliyle uyursun. İlk
aşkla arada duvarlar olur, bir şeyler yaşamazsın belki ama hep hissedersin en
kötü anında onu, ya da mutluyken o sebepsiz bir gülümseme olur ister istemez
seninde yüzünde. Aradan yıllar geçer ilk aşkla herhangi bir şekilde
karşılaşılır. Belki değişmiştir ilk aşk, o gözler başkalarına bakmıştır ve o
elleri başkaları tutmuştur belki ama midede yine aynı yanma hissi ve sol yanda
çırpınan ömrü tek günlük kelebek. Yine gözlerine bakmaya çekinirsin, bir
Scorpions şarkısının* nakaratını haykırmak istersin. O sana başka şeyler
anlatır, yeni dertlerden dem vurur. Sonra bir süre kendine gelemezsin, yine o
çocuk olursun. O yanından uzaklaşırken gözlerin dalgalı saçlarında takılı
kalır. Ellerini ceplerine atıp içindeki çocukla konuşmaya başlarsın:” Demek
aklın burada kalmış ha?”. Kaldırım taşları ayağından çeker yeni bir adım için ayağını kaldıramaz
olursun. Gözlerini gökyüzüne doğru dikersin ve hislerine tercüman olan Cat
Stevens’ı ** anımsarsın. Yeniden dinleme isteği duyarsın o çok bilinen şarkıyı.**
Koşmak istersin ayaklarının izin verdiği ölçüde ve bağıra çağıra haykırmak bazı
şeyleri. Yolun sonu hep aynıdır ama yol boyunca birkaç kez devam eder bu
ritüel. Her karşılaşma sonunda bir kez daha anlarsın ki “ilk kesik en
derinidir.”
*Scorpions - Still Loving
You
**Cat Stevens - First
Cut is the Deepest
7 Temmuz 2013 Pazar
Yaşamak Üzerine
Yaşıyoruz, buna yaşamak denirse,
Bir ıslık çalamadan ya da bağıramadan avaz avaz ,
Basamadan küfrü,
Konuşamadan sevdiğimizle, açılamadan yaşıyoruz,
Aklımızdan geçenler nutkumuzda tutularak yaşıyoruz,
Boğazımız düğümlenerek, gözyaşlarımızı içimize akıtarak
yaşıyoruz,
Okyanusa kulaç atamadan,
Baş kaldırmadan yaşıyoruz,
İsyan etmeden sisteme ve bir yumruk sallamadan masaya
yaşıyoruz,
İçimiz boşaltılmış, susmuşuz, memnunuz halimizden,
Ve susuyoruz çölde bir bedevi gibi özgürlüğe,
Özgürlüğe hasret, ölüyoruz!
4 Temmuz 2013 Perşembe
Zihnimiz Üzerine
Zihnimiz uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir. Sonunu
göremesek dahi bir sonu olduğunu biliriz. Asla hatırlamam dediğimiz şeyleri bir
anda tüm vücudumuzda hissettirerek
hatırlatıverir. İlk aşkımızdaki heyecanı, küçüklüğümüzden içimize
işlemiş korkuları, unutulması gereken
kokuları zihin denen okyanusun derinliklerine bir daha hiç gün yüzüne
çıkmayacağını düşünerek gömeriz. Oysaki bir yanımız hep o okyanusun
derinliklerinde kalır. hemen ilk fırtınada gün yüzüne çıkıverir. Ardından bizde
o fırtınaya kapılmamak için kendimizi zor tutarız.Çoğu zaman bunu
başaramayız.Sonraları yine hayıflanırız kendimize kızarız.Ama bütün suçu
kendimizde ve zihnimizde bulmamak gerek.Bazen okyanusta bir fırtınaya sebebiyet
veren onca şey çıkar ki zihnimizin de direnecek gücü kalmaz.Bazen bir nota
bazen az bilinen bir Nazım şiiri okyanusun bütün suyunu alaşağı etti mi ne
zihne ne de kendimize kızmak yersiz olur. Bir kaç notada türküye eşlik etmeye
başlarız ya da bir kaç mısrada haykırmaya başlarız Nazım’a selamı çakarak. Monotonlaşan
hayatımız içerisinde bir şeyleri hatırlamak o kadar kötü olmasa gerek. Hala
masumane bir şeylerin kaldığına işaret bu geçmişten bize gülümseyen anılar. Durup
düşünmeye itiyor bizi hani geçmişte harcadığımız 24 saatlerimiz vardı ya
gelecek için işte o gelecekteyiz biz ve hala 24 saatlerimizi yani günlerimizi
gelecek için harcıyoruz. Ama şunu hep kaçırıyoruz yarın için çabalarken anı
kaçırıyoruz. Bugünün güzelliğini içimize tam olarak işleyemeden geçiriyoruz hep
yarınlara umutla bakıyoruz ama bugününde aslında bir zamanların yarını olduğunu
unutuyoruz. Sonra bir seste ya da bir çift gözde yarını değil de dünü
hatırlayınca zihnimize hayıflanıyoruz. Ayakkabılarımızı çıkarıp çıplak ayakla
kuma bastığımız bomboş bir sahilde gibi olmalıyız aslında ne dün ne bugün ne de
yarın olmalı sadece o an, o an ne istiyorsak zihnimiz neyi hatırlatıyorsa onu yaşamalıyız.
Islığımız çınlamalı karşıki dağlarda pişmanlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı
bir beste yapıp çıkarmalıyız iki dudağımız arasından. Nefes almalıyız henüz
alabiliyorken. Kum taneleri tabanlarımızı ısıtırken daha da gürleşmeli sesimiz,
yüzümüzü kavuran rüzgar dudaklarımızı çatlatırken dönüp baktığımızda geriye ne
çok yol katetmişim diyebilmeliyiz. Tüm bunlarla birlikte gözlerimizi kısıp
önümüze baktığımızda uçsuz bucaksız uzanan sahilin bize “sizi bekleyen uzunca bir yol var” deme şekli
köpüren dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı ses. Vakit geri çekilme vakti
değil vakit geçmişle el ele yürüme vakti.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)