2 Nisan 2014 Çarşamba

Sonsuzluğa Evrilmek



Nisanın ilk günündeyiz bugün. Nevruzun üzerinden bir hafta geçmiş, mevsim bahara dönmüş. Her sene bu zamanlar olduğu gibi babam ön bahçedeki çimleri biçmiş makineyle burnumda kesik çim kokusu var. Annem çam ağaçlarının altlarına küçük çukurlar açmış yağmurlar azaldığında daha kolay su tutsun dipleri diye. Tam dokuz çam ağacı var ön bahçede, henüz bir fidanken toprakla buluşmalarında oradaydım. Hepsinin büyümelerine şahit oldum, boyuma eriştiklerine. Şimdi beni aştılar ama hala tam olarak büyümüş sayılmazlar.(tıpkı ben gibi) Bugün nisanın ilk günü ve ben kim bilir kaçıncı kez yaşıyorum bu sahneyi bir bahar akşamı balkondan. Havalar sıcağa döndükçe sokağa çıkıyor okuldan dönen çocuklar, bağırış, çığırış…

Tam on dokuz yıldır bu bahçeyi görerek yaşıyorum ben. Tam on dokuz yıldır burası evim. Öyle çok sık ev değiştiren bir ailede doğmadığım için kendimi şanslı hissediyorum.(belki de şanssızımdır) Her bir parçasında bir şeyler var sanki benden. Çeşmenin yanında açan leylakta, mesela küçükken meyvesini çok yediğim ama artık olmayan erik ağacında, şimdi kuruduğu için dalları kesilen ama bir dönem sayamadığım kadar çok topumu o dallara esir ettiğim zeytin ağacında çocukluğumun ilk yıllarını görüyorum. Her şey aynı değil tabii evler, yollar, eşyalar, insanlar değişiyor. Ben değişiyorum. Duygularım değişiyor. 

Ve bir hüzün kaplıyor içimi gözümün önünden fark etmeden geçip giden ve bir daha asla geri gelemeyecek şeyleri anımsıyorum. Balkona çıktığımda bir daha asla erik ağacını göremeyeceğimi, oturma odasına bakan çam ağacının geri gelmeyeceğini fark ediyorum. Zaman geçerken ve hayat tüm hızıyla akıp giderken aslında fark etmeden yitirdiğim onca şey olduğunu anlıyorum.

Bir gün bu hikaye bitecek her gün girdiğim kapıdan daha seyrek aralıklarla girmeye başlayacağım. Önce ağaçların tümü sökülecek ardından ön bahçedeki çimlerin yerini beton kaplayacak. Ve en sonunda ortada girebileceğim bir kapı bile kalmayacak. Son kez bakacağım ardıma benden kalan son eşya toprağa karışana kadar geçmişte yaşayacağım. Birilerinin önceki yaşamlarında büyük bir yer kaplayan duygularla, birilerinin delice bağlandığı şehirlerde, farkında olmadan birilerinin geçmişiyle iç içe yaşıyoruz. Etraf yeni bedenlere bürünmüş ama aynı ruhu paylaşan insanlarla dolu. An gelip değişimin bir parçası olmaktan vazgeçtiğimizde, yani durduğumuzda, geçmişimizle, yaşadığımız şehirde, özdeşleştiğimiz evlerle, sevdiğimiz insanlarla birilerinin hayatında yaşamaya devam edeceğiz. Kim bilir belki de harcadığımız son kağıt para bedenimiz toprak olduktan yıllar sonra dönüp dolaşıp ilk aşkımızın cebine girer.

Demem o ki yaşamak kendimiz için düşündüğümüzde mutlak sonu olan bir eylem gibi görünmesine rağmen hatıralarla sonsuza evrilen bir form olmayı başarıyor. Hal böyle olunca ölüm mutlak son olmaktan çıkıyor ve insan anılarla sonsuza dek yaşıyor.