Nisanın
ilk günündeyiz bugün. Nevruzun üzerinden bir hafta geçmiş, mevsim bahara
dönmüş. Her sene bu zamanlar olduğu gibi babam ön bahçedeki çimleri biçmiş
makineyle burnumda kesik çim kokusu var. Annem çam ağaçlarının altlarına küçük çukurlar
açmış yağmurlar azaldığında daha kolay su tutsun dipleri diye. Tam dokuz çam
ağacı var ön bahçede, henüz bir fidanken toprakla buluşmalarında oradaydım.
Hepsinin büyümelerine şahit oldum, boyuma eriştiklerine. Şimdi beni aştılar ama
hala tam olarak büyümüş sayılmazlar.(tıpkı ben gibi) Bugün nisanın ilk günü ve
ben kim bilir kaçıncı kez yaşıyorum bu sahneyi bir bahar akşamı balkondan.
Havalar sıcağa döndükçe sokağa çıkıyor okuldan dönen çocuklar, bağırış,
çığırış…
Tam
on dokuz yıldır bu bahçeyi görerek yaşıyorum ben. Tam on dokuz yıldır burası
evim. Öyle çok sık ev değiştiren bir ailede doğmadığım için kendimi şanslı
hissediyorum.(belki de şanssızımdır) Her bir parçasında bir şeyler var sanki
benden. Çeşmenin yanında açan leylakta, mesela küçükken meyvesini çok yediğim
ama artık olmayan erik ağacında, şimdi kuruduğu için dalları kesilen ama bir
dönem sayamadığım kadar çok topumu o dallara esir ettiğim zeytin ağacında
çocukluğumun ilk yıllarını görüyorum. Her şey aynı değil tabii evler, yollar,
eşyalar, insanlar değişiyor. Ben değişiyorum. Duygularım değişiyor.
Ve
bir hüzün kaplıyor içimi gözümün önünden fark etmeden geçip giden ve bir daha
asla geri gelemeyecek şeyleri anımsıyorum. Balkona çıktığımda bir daha asla
erik ağacını göremeyeceğimi, oturma odasına bakan çam ağacının geri
gelmeyeceğini fark ediyorum. Zaman geçerken ve hayat tüm hızıyla akıp giderken
aslında fark etmeden yitirdiğim onca şey olduğunu anlıyorum.
Bir
gün bu hikaye bitecek her gün girdiğim kapıdan daha seyrek aralıklarla girmeye
başlayacağım. Önce ağaçların tümü sökülecek ardından ön bahçedeki çimlerin
yerini beton kaplayacak. Ve en sonunda ortada girebileceğim bir kapı bile
kalmayacak. Son kez bakacağım ardıma benden kalan son eşya toprağa karışana
kadar geçmişte yaşayacağım. Birilerinin önceki yaşamlarında büyük bir yer
kaplayan duygularla, birilerinin delice bağlandığı şehirlerde, farkında olmadan
birilerinin geçmişiyle iç içe yaşıyoruz. Etraf yeni bedenlere bürünmüş ama aynı
ruhu paylaşan insanlarla dolu. An gelip değişimin bir parçası olmaktan
vazgeçtiğimizde, yani durduğumuzda, geçmişimizle, yaşadığımız şehirde,
özdeşleştiğimiz evlerle, sevdiğimiz insanlarla birilerinin hayatında yaşamaya
devam edeceğiz. Kim bilir belki de harcadığımız son kağıt para bedenimiz toprak
olduktan yıllar sonra dönüp dolaşıp ilk aşkımızın cebine girer.
Demem
o ki yaşamak kendimiz için düşündüğümüzde mutlak sonu olan bir eylem gibi
görünmesine rağmen hatıralarla sonsuza evrilen bir form olmayı başarıyor. Hal
böyle olunca ölüm mutlak son olmaktan çıkıyor ve insan anılarla sonsuza dek
yaşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder