Benim için küçük ama tahta parkeler için büyük iki adım attım. Köşedeki
tekli koltuğa oturdum. Ellerimi başımın arasına alırken göz göze geldik. Kafamı
yavaşça eğip selam verdim. Teni kavrulmuş kahve renginde,koyu, beli incecikti,
saçları sert, kuru, yapısız, gözleri kocaman yemyeşil, bakışları ise bomboştu. Onunla
aynı hizada olabilmek için hafifçe eğildim. Sonrasında bi kaç kelâm ettim. Ben anlattıkça o dinledi. Sesim duvara vurdukça o sessiz
kaldı.
Müsaade isteyip mutfağa geçtim teniyle aynı renkte olan kahveyi fincana
koydum, suyu ısıtmaya başladım. Isınan suyu bardağa ekledim, şekersiz ve
karanlık kahveleri fincandaki dünyalarından çıkarıp kendi dünyamıza ekledim. Kendi
kahvemi almadan önce ona kahvesini uzattım. “teşekkür etmedi.” Fincanı sapından
kavrayıp zift görünümünden memnun kahveyi yudumladım.
-“Şiir okumayı sever o” dedim.
-“Peki ya sen, sende sever misin?”
Suskunluğunu bozmadı..
-“Biliyorum sende benim kadar yalnızsın, o gelince seni yine yalnız
bırakırım diye korkuyorsun” dedim.
Kulağına eğildim:
-“Merak etme o asla gelmeyecek” dedim.
-“Zaten hiç uğramadı buraya.”
Hala sessizdi o, adını bile bilmiyordum oysa; kahvesinden bir yudum
dahi almadı.
-“Çok mu sert?” dedim.
Cevaplamadı. Sonra göz kapakları hareketsizmiş gibi geldi bana, sanki
bir boşluktaydı. O sustu bense saatlerce “o”na “o”nu anlattım. Hiç vazgeçmeyecek
misin onu anlatmaktan demesini bekledim, demedi. Çünkü biliyordu
vazgeçmeyeceğimi.
-“Kahven soğudu” dedim.
Sonra kendi boşalan fincanıma daldım…
Adını hala bilmiyordum, oysa ki ona bir ad vermiştim yıllar önce. Soğuyan
kahveyi almak için yaklaştım boşalan kahve fincanı gibi bomboştu ev. Ve artık
tekli koltuk istemiyor gibiydi beni. Teni kavrulmuş kahve renginde, yeşil gözlü
“biblo”ya döndüm:
-“Bundan sonra senin adın ‘yalnızlık’ “ dedim.
Küçük bir tabure çekip tekli koltuğu rahat bıraktım.Kapı çaldı…
-“Dur!” dedim.
-“Ben bakarım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder