“Tüfeğini
depoya koydular,
Esvabını
başkasına verdiler.
Artık ne torbasında
ekmek kırıntısı,
Ne
matarasında dudaklarının izi;
Öyle
bir rüzigâr ki,
Kendi
gitti,
İsmi
bile kalmadı yadigâr.
Yalnız
şu beyit kaldı,
Kahve
ocağında, el yazısiyle:
‘Ölüm
Allah’ın emri,
Ayrılık
olmasaydı.’”
Orhan Veli*
Böyle
bitirir Orhan Veli, Kitabe-i Seng-i Mezarı, yazık olmuştur Süleyman
Efendiye.Sultan Süleyman gibi hükümranlığı olmamıştır belki ama kendi küçük
hayatında, büyük hayallerinin padişahı olmuştur.Geriye gerçekleştiremediği
hayalleri, hatırlanmayan ismi ve duvarda yazılı anonim söz kalmıştır Süleyman
Efendi’den. Yazık olmuştur. Çok yazık!
İçerisinde
bulunduğum yaş itibariyle bir Çehov öyküsü kadar kısa olan şu ömrümün en zor
günlerinden birinde nasıl olduysa bir şekilde içine düştüğüm iki metrekarelik
çay ocağının duvarında yazan bu anonim cümleyi görünce aklıma düştü Orhan Veli.
Acaba Süleyman Efendi’yi tanır mıydı çay ocağının sahibi ya da bilir miydi
Orhan Veli’yi? Belki de Orhan Veli’nin de yolu düşmüştür bu iki metrekarelik
çay ocağına, ardından eline kağıdı kalemi alıp yazmıştır Süleyman Efendi’yi o
duvardaki el yazısıyla. Bilemedim.
Dışarısı
çok sıcaktı. Hatta öyle sıcaktı ki çay ocağının sahibi dayının hararetli
konuşması sırasında ağzından fışkıran tükürükler yere ulaşmadan buharlaşıyordu.
Gözüm duvardaki yazıdan ayrılmıyordu. Belki defalarca okumuştum Kitabe-i Seng-i
Mezarı ama ilk kez bu denli kapılmıştım Süleyman Efendi’nin duvarında yazan
cümleye. Sahi ne büyük bir aşktır ki ölümü kabullenişten sonra ayrılığa
hayıflanır. İnsanoğlu küçücük bir metasını kaybedince bile üzülürken nasıl
canını yitirmekten korkmayıp yalnızca ayrılığı düşünür? Her hecesini tek tek
yeniden kurdum kafamda, derken aklıma bir başka şiir düştü:
“Biliyorum,
kolay değil yaşamak;
Ama
işte
Bir
ölünün hâlâ yatağı sıcak,
Birinin
saati işliyor kolunda.
Yaşamak
kolay değil ya kardeşler,
Ölmek
de kolay değil;
Kolay
değil bu dünyadan ayrılmak”
Orhan Veli**
Derken
çay ocağının sahibi dayıdan gelen sesle irkildim. Gözüm duvardaki yazıya takılı
kalmaya ara verip inceden yeri süzmeye başladı. Ve mâlum soru geldi.
-Ne
içicen yeğen?
Bir
şey içmemek, kimseyle konuşmamak, kimseyi dinlememek sadece duvardaki yazıya
bakıp hayatı sorgulamak, Orhan Veli’nin ölüme bakışını içimde yıllardır biriken
ifadelerle bir araya getirip kendi kendime yorumlamak istiyordum. Yine de tüm
bunları yapabilmek için bir sessizliğe ihtiyacım vardı. Ve ben bir şey
istemezsem biraz ısrar, birazda üzerime olma isteğiyle yakamı bırakmayacaktı
dayı. Adet yerini bulsun diye geçirdim içimden sonra dışarıya sesli olarak bunu
şöyle aktardım.
-Bir
Zafer alayım.
Bu
sıcakta içilebilecek en mantıklı şeydi Zafer Gazoz, o klasik şeffaf cam şişe
sandık tipi buzdolabından çıkartıldı. Naylon iplikle bağlanmış köşede öylece
uzanan gazoz açacağı imdada yetişti. Gazozum öylece kondu önüme, bir yudum alıp
gözümü tekrar duvara diktim.
Zorlu
bir seçimin arefesinde kafama büyük-küçük pek çok şey takılır. Bu da onlardan
biri olmayı başarmıştı. Önceden ölümün sonsuzluğa evrilmek olduğunu düşünürdüm.
Yani bana göre biz öldükten sonra dahi bizi tanıyan insanlarda, geride
bıraktığımız eşyalarda, hatıralarda yaşamaya devam ederdik. Ama artık öyle düşünemiyorum.
Nefesimiz kesilince öyle aniden, bizimde hayatla tüm bağımız kesiliyor bence
artık. Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktıkça zaman, unutuluyoruz. Belki de
evet, ölüm sonsuzluğa evriliyor ama biz evrilemiyoruz.
Artık
tamam diyorum içimden, cümlenin büyüsünü buldum. Ölüm Allah’ın emri, bir gün
gideceğiz ve geride sevdiklerimiz, eşyalarımız, şiirlerimiz, anılarımız, birer
hatıra olarak kalacak. Dost meclislerinde, sohbetlerde geçecek hep adımız.
Mezar taşımıza gül koymaya gelecek o her gün öptüğümüz gül kokan eller,
başımızda bir çınar ağacı olacak belki, ama biz olmayacağız. Tüm bunlardan ayrı
kalacağız, sevdiklerimizden, eşyalarımızdan, ekmekten, zeytinden, kurşun
kalemden ve saman kağıdından. İşte bu zor geliyor değil mi? İşte bu yüzden şu
ayrılık olmasa!
Gözümü
duvardan ayırıp gazozumdan son yudumu da
aldıktan sonra dayıya dönüp:
- -
Şu eski Zafer’in tadı da bambaşka.
Diyerek bir klişeyle
sonlandırdım kafamda kopan fırtınaları. Kendimi güneşin yakıcılığına
hazırlayarak çıktım iki metrekarelik çay ocağından.
*Orhan Veli/ Kitabe-i Seng-i Mezar III/Eylül 1941
**Orhan Veli/ Yaşamak II/ Nisan 1951
Eğer benden önce ölürseniz Haluk bey mezar taşınıza bol betimlemeli şiirler bırakacağım. Belki bu sayede ölüm çok zor gözükmekten ziyade sizin için birazcık can sıkıcı olur. Yazılarınıza da ince ruhunuzu bulaştırdığınızı düşüyorum ve akılda kalıcı betimlemelerinizi çok seviyorum. Yazılarınızın devamını,tüm içtenliğimle söylüyorum, bekliyorum.
YanıtlaSil